01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / ARTIK VİCDANININ SESİNİ BASTIRMA!
ARTIK VİCDANININ SESİNİ BASTIRMA!

ARTIK VİCDANININ SESİNİ BASTIRMA! ZÜBEYDE NALBANT

 

Dava İslam’dır. İslam davası için çalışması gereken Müslüman’dır. Biz inananları gayemize götürecek olan yolun adı ise davet yolu, ya da cennet yolu dediğimiz sırat-ı müstakimdir. Bu yol cennet yolu, emniyet yolu, korkulardan emin olma yoludur. Allah (c.c.)’nun biz kulları yeryüzüne halife olarak gönderdiğine ve üzerinde yürünülmesi gereken bu yolu kabul edenlerin başka yola asla meyletmemesi gerektiğine inanırlar. Ve bu yolda hedefe emin adımlarla ilerlerler.

Müslümanların inandığı dini, davası olduğu gibi takip edeceği yegane rehberi de Allah’ın Rasulu’dür. O halde her mümin aynı zamanda peygamberlerin davet ettiği dine inandığı gibi, aynı zamanda onların görevlerini de üzerine almış demektir.

“O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah müminlere çok merhamet edendir.” (Ahzab, 43)

Bu ayete bakıldığında Allah (c.c.) biz inananları nasıl ki karanlıktan aydınlığa çıkardı, hatta Allah (c.c.) inananların bağışlanması içinde sebepler halk etti. O halde “Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak can vermek isteyen her fert şu sualleri kendi vicdanına sormak mecburiyetindedir.

__Rabbim lütuf etti İslam’a girdim peki İslam bana ne kazandırdı?

__Müslüman olmasaydım kaybım ne olurdu?

__İslam’ın hayatımdaki rolü ne ve nasıl olmalıdır?”

 

Samimi bir dille ifade ve itiraf etmeliyiz ki bizler imanımızı ruhlarımıza sindirememişiz, hayatımızı inandığımız düzene göre tanzim edememişiz. Kötülerin iyi oyun oynadığı bir dünyada yaşıyoruz, değişmeyen tek şey iyilerin insanı deli eden sabrıdır. Ne olursa olsun nefsimizin kölesi değil vicdanımızın sesi olmalıyız, o vicdan ki kişiyi doğru yola yani sırat-ı müstakime götürsün. Çünkü yaşadığımız bu dünyaya baktığımızda, küfür tek bir millet olmuş Müslüman ve mazlumlara saldırıyor. Ne kadar bağırırsan bağır ölenler Müslüman olunca dünya sağır ve dilsiz oluyor. Müslümanın esaret altında oluşu ve bu sessizlik, Müslümanım diyenleri nasıl sırat-ı müstakime götürsün ki?

 

Yıllar öncesine baktığımda Müslümanların çoğu fakirdi ama kardeşlik sahabe zamanındaki gibi gıpta edilecek şekildeydi, dava ve hedef açık ve netti, hatta Müslümanlar kendi aralarında hiçbir menfaat ve çıkar gözetmeden ihtiyaç sahibi kardeşlerine yardıma giderler, çevremizdeki insanlar dahi bu birlikteliğe gıpta ederlerdi. Maddi yönden zengin olundu, kardeşlikte, İslam davası da lafta kalır oldu. Çünkü Müslümanlar dünya sevgisi hastalığına (vehne), mal, mülk biriktirme hırsına tutuldu.

 

Bugün davetçilerin tesirsiz ve bereketsiz oluşunun altında yatan temel sebep, yapılan davetlerin tam anlamıyla samimi olmayışındandır.

“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve öyle bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez, Çocuk babasına da hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz ki Allah’ın vadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.“ (Lokman 33)

Allah iyiliği, adaleti, sevgiyi saygıyı, merhameti yeryüzüne egemen kılmayı Müslümanlara görev olarak vermiş. Kötülüğü, zulmü, acımasızlığı ortadan kaldırmayı insanın varoluş gayesi olarak zikretmiştir. Bu dünya imtihan dünyasıdır, ceza dünyası değil. En tehlikeli, imtihanı kaybetmekten daha tehlikeli bir şey de var ki o da imtihan dünyası olduğunu bildiğimiz halde imtihanı kabul etmemektir. Rabbimiz Mülk Suresi’nde şöyle buyurur: “Allah hayatı da, ölümü de niçin yarattı biliyor musunuz? Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız, bu ortaya çıksın diye yarattı.”

Öyle ki: Şu yapılan zulümleri izlerken kalbimizin sıkışıp, gözlerimizin yaş, gönlümüzün keder dolu olması gerekmez mi? Dünya ne kadar sessiz olursa olsun, yüce Rabbimiz hiç bir zaman “Mazlumun kanını yerde, zalimin zulmünü de yanına bırakmayacaktır. Öyle ki kime ne anlatırsak anlatalım herkesin imanına ayarlıdır, hiç kimse imanından fazlasını duymaz.

Bizler inananlar olarak şehadeti övüyoruz fakat ölümden korkuyoruz.

Cenneti çok istediğimizi söylüyoruz ki hem de cennette Firdevs’in tam ortasında peygamberlerle birlikte olup onlarla hasbihal etmek istiyoruz fakat dünyaperest davranıyoruz.

Peki Gazze’deki insanlar, çocuklar... Gazze öyle mi? Onların durumu Gazze’de bizlerle aynı mı? Filistinli Müslümanlar diri diri gömülüyorlar. Gazze’de ölüm çukurları var. Gazze halkı unutuldu, daha doğrusu medya gündemi başka yönlere çekerek unutturmaya çalışıyor. Onların imanıyla, evini, malını, dünyalıklarını dert edinen insanların imanı aynı olabilir mi?.  

 

Şehadet aşığı, Kudüs, Mescid-i Aksa aşığı bu insanlar ailesinden biri şehid olunca bayram ediyorlar. Allah’a verilmiş bir şehidimiz daha oldu diye hamd ediyorlar, şükrediyorlar. Peki onların teslimiyeti ile bizlerin teslimiyeti arasında fark var mıdır? Bazı inançsız insanlar o Müslümanların şehitleri için şükrettiklerini görünce, iman nuru ile bakmadıklarından dolayı orda ki insanların normal olmadıklarını söyleyebiliyorlar.

Hele ki o koca yürekli küçücük yavrular ki iman nedir, teslimiyet nedir, tevekkül ve sabır nedir yaşayarak biz Müslümanlara gösteriyorlar. Televizyon ekranlarında izlediğimiz bu şehadet aşığı insanların normal olmadığını, piskolojllerinin bozuk, anormal olduğunu söyleyen zihniyetler, onların teslimiyetine iman gözü ile bakmadıklarından dolayı Allah’a kavuşmanın lezzetini anlayamazlar. Ama inanıyoruz ki yüreklerimize ve hanelerimize bu ateşi düşürenlerin hanelerine de ateş düşecektir. Çünkü Allah’ta başka yardım edecek yoktur. Allah el-kadirdir.

Yani sözün bittiği bir yerin adı da Gazze’dir. Fakat ne yazık ki bu olanların vebalini bu devrin insanları veremeyecektir. Gazze, Filistin ve daha birçok ülkede mazlumlara yapılan zulümlerden dolayı o insanlar biliyorlar ki zaten onlardan giden şeyin onlar için yaratılmadığını, onlar için yaratılan şey ise onlardan asla gitmeyecek. O da sarsılmayan iman, salih amel ve şehadet…

Mazluma yapılan zulmün karşısında hala kalbinde bir hüzün, gözünde bir yaş, dilinde bir dua, zalimlere destek olmamak için ürünlerini almamak gibi bir tepki yoksa maalesef o kişi ve kişiler insanlığını kaybetmiş demektir.

Hayret edilir ki bir insan hem Allah (c.c)’nun rızasını isteyip de, Müslümanların ve Gazze’nin durumlarına çok üzüldüğünü söyleyip de,

“Bir vücudun azası hasta olduğu zaman diğer kardeşinde vücudunun bir azası hasta olması gerekir” diyen Peygamberimiz, önderimiz, biricik Şefaatçimiz  ümmetinin bu halini görse ne kadar üzülürdü.

Kendimizi yetiştiremiyoruz, bir şeyler eksik kalıyor o yüzden. Tam manada muvahid aile olunmuyor. Çevremizde bu kadar acı varken, hiç bir şey olmamış gibi gülüp eğlenerek paylaşım yapan, evini, mutfağını, hazırladığı sofrasını, kahve keyfini, yediğini, içtiğini reklam eden, eşiyle samimiyetini milletin gözüne sokan, yine hiçbir şey olmamış gibi vefasızlıkları gördükçe şaşırıyor ve üzüntü üzerine üzüntüye dalıyor insan. Bu gibi durumları cahil insanlar bile bu kadar yapmıyorlar öyle ki Batıya özene özene özümüzü kaybettik. (Nereye bu gidiş ?) Şehadete talibiz fakat İslami ölçüdeki yaşantıya hayır. Lailahe illallah ölüm anında söylenmek için saklanan bir anahtar değil, bir yaşam biçimidir, yoksa sadece dille söylemek yetmez. Fiil gerektirir, iman dil ile ikrar, kalp ile tasdik, azalarla da tatbik değil midir?

Necip Fazıl’ın bir sözü var:

“Ya İslam da yükselir, ya inkarda çürürsün,

Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün.”

Dünya hayatının geçici olduğunu mücahitler ve savaşın içinde olup mücadele edenler kadar kimse anlayamaz ve anlatamaz. Onlar her an ölüme ve Allah’a kavuşmaya hazır olma kaygısı içerisindedirler. Onlar ölüme koşarak tereddütsüz koşarak giderler. Onların gözlerinde ölüm cennet ile aralarındaki bir perdeden ibarettir, yırtılan perde cennete aralanmaktadır.

Cennetin çok ibadet edenler için olduğu biliniyor fakat hazırlıkta bulunulmuyor, Kur’an-ı Kerim okunuyor fakat gösterdiği yoldan gidilmiyor, babalarımız, dedelerimizin öldüklerini görüyoruz fakat ibret alınmıyor.

Allah (c.c) “Ey kullarım dua edin, duanıza icabet edeyim.” buyuruyor, istiyoruz vermiyor neden acaba neden? Çünkü Allah Teala ihtiyaç olduğunda hatırlanıyor ve  ona itaat edilmiyor olabilir mi?

Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre Rasulullah (s a s): “Kıyamet gününde her hak sahibine verilecektir. Hatta boynuzsuz olan koyunun bile kendisine vuran boynuzlu koyundan hakkı alınır” buyurmuştur. 2897 (7)

Şeyh Ahmed Yasin şöyle demiştir: “İslam ümmetinin hali benim şu felçli halim gibidir, dilinden başka hiç bir yerini hareket ettirmiyor. Öyle ki gördüklerimize şaşırmamak lazım. Çünkü her zaman kafirler böyle zalimdi fakat Müslüman hiçbir devirde böyle miskin ve şuursuz olmamıştı.“ Olmamalıydı da. Tüm bu yaşananlar karşısında dünya sessizliğine esir olmamalıydı. Zalimin zulmüne göz yummamalıydı. “Müminlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” diyen Peygamberimize verdiğimiz cevap bu olmamalıydı.

Ne yazık ki akidesiz bir nesil; rüzgarın saçıp savurduğu yaprak gibidir. Her şey bittiğinde unutamayacağımız tek şey olacak o da düşmanın vahşi katliamları değil, esas unutamadığımız İslam ümmetinin sessizliği olacaktır.

“De ki: “Ey kavmim! Siz elinizden geleni yapın; ben de bana düşen vazifeyi yapmaya devam edeceğim. “Yakında öğreneceksiniz.” (Zümer 39)

Gerçek samimiyetlerin uzaklaşmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz, öyle bir dönemden geçiyoruz, öyle bir zamana denk geldik ki insanları katliama destek olmanın kötü bir şey olduğuna ikna etmeye çalışıyoruz. Yine öyle bir dönemde yaşıyoruz ki “elhamdülillah Müslümanım” diyen insanlara tevhidi Allah’ın birliğini kabul etmesi için ikna etmeye çalışıyoruz. Nelere şahid olduk ya Rab! Bu gözler hiçbir zaman unutulmayacak şeyler gördü. Kulaklar neler işitti.

Önemli olan bu savaşın kazanılması değildir. Asıl önemli olan insanlara, İslam ümmetine, gelecek nesillere ve tüm dünyaya Müslümanların iyi bir örnek olduğunu ve onlarda tevhidin, cihadın şuurunu diriltmek değil midir? Gazze’deki Müslümanların hayatı çileli, ıstıraplı ve kederli oldu. İnanmayanlar ise muhakeme kudretini kaybettiler. Yasak edilmiş, haram ve günahlı işlerde zevku sefaya daldılar. Bu zümrenin ise akibeti  şöyle oldu: “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra peygambere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. Fakat ahirette de kendisini cehenneme koyarız.  O ne kötü bir yerdir!” (Nisa 115)

Cennet, Allah (c.c)’nun Müslümanlara büyük bir lütfu ve ihsanıdır. Orası mesut insanların yurdudur. Saadetin sonu gelmeyen vatanıdır. Orada rahat ve huzur vardır. Cenneti kazananlar kazandı, ya esaret altında olduklarını söyleyerek sesiz kalan ümmet?! Bu zulme sesiz kalındı. İnsan düşünüyor acaba Allah (c.c) bizi bu zafere layık görmedi mi? Bize kızgın mı? Acaba ahirette bu gevşekliğimizden dolayı hesabı sorulur mu? Allah biliyor ya yeryüzündeki bütün mazlumların acısını yüreğimizde hissettik.

Mescid-i Aksa ve İslam beldeleri işgal altında. Müslüman kardeşlerimizin içinde bulundukları zor durumdan bir an önce kurtulmaları için dualar ediyoruz. Amma bu yalan dünyadan da vazgeçemiyoruz. Hatta Gazze’deki kardeşlerimizin nasıl bu kadar ölümü korkusuz bir şekilde sevdiklerini de görünce hayret ediyoruz ve aklımıza şu ayet geliyor: “Rabbimiz Allah’tır deyip sonrada dosdoğru olanların üzerine melekler iner ve şöyle derler. Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.“ (Fussilet 30)

İslam’ın nizamını Müslüman olmayanlar anlayamazlar. Onların kalplerinde simsiyah bir kilit vardır. İslam kalplere ve vicdanlara hapsedilmek için gönderilmemiştir. Bu iman öyle bir iman ki bu imanla mükemmel bir hayat hüküm sürüyordu. Fazilet; başlar üzerinde taşınan değerdi, şer ise; ayaklar altında çiğnenirdi. O halde ey Müslüman; davaya bağlılık iddiasında samimi isen davan için anın vacibi olan görevlerini yerine getirmen gerekir. Unutma ki ehli iman, ehli tevhid, tüm Allah eri olan kişilere pasif karakterli olmak değil, aktif karakterli olmak yakışır.

“Nice az topluluklar Allah’ın izniyle nice çok sayıdaki topluluklara galip gelmiştir. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 219) 

Göklerde ve yerde nice ayetler ve nişaneler vardır ki, insanlar bunlardan yüz çevirici olarak üstüne kadar geçer. İnsanlar dünyayı bir basamak yaparak bu hayatı ahiret hayatını kazanabilmek için bir vasıta edindiler.

Gözümüze giren küçük bir toz parçası bizi nasıl görmekten mahrum ederse,                                 zihnimize giren yanlış fikirler, kalbimizdeki madde ve hırs duyguları da bize ebedi ahiret hayatının perdelerini kapatır. Görmeyen bir insanın dünyada ışık yoktur demesi aslında kendi körlüğünü ispattan başka bir şey değildir.

Kendi yaratılışımız ve içinde bulunduğumuz kainatın yaratılışı büyük bir mucizevi delillerle doludur. Cenabı Allah için ahireti meydana getirmek zor bir iş olabilir mi? Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah her halimizden haberdardır, bizleri gözetmek ona ağır gelmez, o çok büyük ve çok yücedir.

Yakındır sonsuz özgürlük yakındır, miracın anahtarı daha yürümeyi öğrenmeden ölmeyi öğrenen bebeklerin şehri Gazze’dedir. Allah’ın yardımı ve kurtuluş, bütün mahlukattan umudunu kesip sadece Allaha umut bağladığında gerçekleşecektir. Çünkü mazlumun öç alma günü, zalimin zulmettiği günden daha çok korkunçtur.

İmam İbn Kayyim rahimetullah şöyle demiştir: “Allah’a azze ve celle’ye itaat edenler; toprakta da yatsalar, ağızlarına çakıl taşları da doldurulsa yine de onlar mutlak bir nimet içerisindedirler.” (Miftahu Daru’s-Seade, 1/293)

Müslümanın yükü ne kadar ağır olursa olsun, meşakkat ne kadar engebeli olursa olsun, Allah taşıyamayacağı yükü kuluna yüklemez. Yaratan seni senden daha iyi bilir. Rabbin bu yolda da kuluna yarım eder yeter ki sabredilsin. İbadetin en yüksek mertebesi, Allah Teala şimdilerde veya gelecekte, herhangi bir menfaat düşüncesiyle, cennet ümidi veya cehennem korkusu ile değil yalnız Allah’a Allah olduğu için yapılandır.

“Gerçek mü’minler o kimselerdir ki onlar Allah’a ve O’nun peygamberine inanırlar, inandıkları -şeriat nizamımın yüceliği ve yaşanmasının gerekliliği- hususunda şüphe ve tereddüde düşmezler.

-Hayatlarını yalnız inandıkları hak düzene göre tanzim etmek için- canlarıyla, mallarıyla -siyasi ilmi, iktisadi ve fiili her nevi- cihadı yaparlar. İşte yaşayışlarıyla imanlarını doğrulayan gerçek mü’minler onlardır.” (Hucurat Suresi, 15)

Rasullallah (s.a.s) şöyle dua etmiştir: “Ey Kur’an’ı indiren, hesabı çok çabuk gören, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.” (Amin)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

    

    

   

      

 

 

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul